DEVELİ DİYANET GENÇLİK MERKEZİNDEN MUSTAFA BOZBEY HOCAMLA EDEP KONULU BİR SOHBETLE  9. SINIF ÖĞRENCİLERİMİZ BULUŞTU

DEVELİ DİYANET GENÇLİK MERKEZİNDEN MUSTAFA BOZBEY HOCAMLA EDEP KONULU BİR SOHBETLE 9. SINIF ÖĞRENCİLERİMİZ BULUŞTU

DEVELİ DİYANET GENÇLİK MERKEZİNDEN MUSTAFA BOZBEY HOCAMLA EDEP KONULU BİR SOHBETLE  9. SINIF ÖĞRENCİLERİMİZ BULUŞTU

ÖĞRENCİLERİMİZDEN ÇOK GÜZEL GERİYE DÖNÜŞLER ALDIK,  MUSTAFA BOZBEY HOCAMA VE SÜMEYRA KOCABAŞ HOCAMA TEŞEKKÜR EDERİZ

 OKUL GELİŞİM EKİBİ

03.11.2023 305

İnsan, sırları ve sınırları olan bir varlıktır. İnsanoğlunun canlı varlıklar arasındaki ayırıcı vasıflarından biri, sınırlarının olmasıdır. Her kişide farklı sâiklerle de olsa sınırsız bir hayat ve hareket alanı muhaldir. Özgürlük, anarşizm, nihilizm, vandallık… gibi zihni ve fikri bir felsefesi olsa da kişi, bizatihi kendisi zarar görmeye başladığında dayanamayacak ve “Bu kadar da olmaz ya hu!” diye tepki gösterecektir. İşte bu nedenle din, devlet ve hukuk sistemleri; insanı ve tüm canlıları korumak adına yasalar, emirler ve yasaklar ihdas etmişlerdir.

Toplumumuz yasa ve yasaklar konusunda hassas olup pozitif hukuk çerçevesinde oluşturulan yasalara uymaktadır. Tabii ki her konuda yazılı bir kanun yoktur, olamaz da. Toplumda yazılı olmayan, doğru-yanlış, helal-haram, meşru-gayri meşru… gibi sosyal iş ve ilişkileri düzenleyen denge ve denetimi sağlayan adet, alışkanlık ve teamüller de vardır.

Pekâlâ, moral ve normatif bir duruma tekabül etmeyen, insanın iç dünyasında var olan birazdan hayata geçecek olan, kanun/yaptırım durumları olmayan, kanıtlamayan bir vaziyette onu ne koruyacaktır? Yasa/yasaklar  ve cezalar herkesi, her daim yanlış yapmaktan engelleyebilir mi? Hele ki iletişim kanalları ve ulaşım yolları çeşitlenmişken suç ve türevleri kapsamına girmeyen hallerde kişiyi ne koruyacaktır? Kişinin özdenetimini sağlayacak olan şey nedir?

Genel olarak ahlakın özel olarak dinin önemsediği bir kavram, bu sorularımızın cevaplanması konusunda bizlere yardımcı olacaktır sanıyorum: Edep. Edep sözcüğü, hayâ mefhumu ile yakın anlamlıdır. Halk arasında huy ve hareketleri iyi olan kişiler ahlaklı-edepli olarak takdirle zikredilirken güven vermeyen, sınırları olmayan ve kanun-kural tanımayan kişiler de ahlaksız-edepsiz diye tenkit edilerek nitelendirilir. “Dünya’nın çeşitli yerlerinde ahlaka dair kullanılan tüm sözcükler hangi kavramla özetlenir?” şeklinde bir istifham olsa gönül rahatlığıyla “edep” diyebilirim. Etimolojik ve kavramsal açıdan edep: Terbiye, iyi ahlak, incelik, toplum töresine uygun davranma, düzgün davranış ve yazı… anlamlarına gelirken Kur’anî ve nebevî açıdan; insanın Allah ile, kendi ile ve diğer insanlarla ilişkilerinde özenli ve ölçülü olması anlamlarını içerir. Şair, bu nahif mefhumu ne de güzel ifade etmiştir:

“Edeb bir tâc imiş nûr-ı Hûdâ’dan

Giy o tâcı emîn ol her belâdan.”

İnsan, doğum takviminin kendine özellik katmasından ziyade ahsen-i takvim üzere yaratılmasının kendisine güzellik katmasının bilincinde olursa daha dikkatli ve rikkatli yaşamanın zarûretini de kavrar. Murakabe bilincinde olur, hak yemez, zulmetmez. Kendi içinde sağladığı özdenetim neticesinde ailevî, ictimâi ve idari mekanizmaların kendisini tedip, tenkit ve tecyiz etmesine ihtiyaç duymaz. Kalbi ve vicdanı hissiyatı koruyucu meleke haline gelir. Yaşadığı toplumdaki meşrû, ahlakî ve hukukî durum ve duyarlıkları icbârî olarak değil ihtiyârî olarak kabullenir. Bilir ki günah, haram ve yasak olan şeyler, ferdin ve umumun menfaatinedir. Ferdî, ailevî ve sosyal hayatta karşılaştığı güzelliklerin, edep dairesine giren hususiyetlerin kaim ve daim olması ile mümkün olduğunu fark eder. Bilindiği üzere eğitimli olmak, eski ifadesiyle tahsilli olmak insanı her zaman beşerîlikten kurtaramayabilir. “Okumuş lakin adam olamamış…” serzenişi bu durumun veciz bir ifadesidir. Şâire kalırsak, teşbihte hata olmasın:

“…İnsan da yok ise edep, neylesin medrese mektep.

Okusa okusa âlim olsa yine merkep, yine merkep…”

Edep ve hayâ kelimeleri adeta siyam ikizi gibidir. Çoğu kere edep-hayâ birlikte telaffuz edilir. Mezkur iki kelime, birbirini besleyen ve destekleyen yapıya sahiptir. Hayâ; utanma duygusu, utanç, sıkılma ve hicap demektir. Hayâlı olma, bir mahcup olma halidir, gereken yerde gerektiği kadar. İnsanın özgüvensizliği, sıkılganlığı, karşıt cinse karşı cesaretsizliği durumlarında kelimeye negatif bir yükleme yapılabiliyorsa da bu durum sadece bir kavram yanılgısıdır. Hayâ sahibi olması, kişinin pısırık olmasının değil bir duruş sahibi olmasının sonucudur.

Bir kişinin özdeğerleri seküler değilse ve edebini metafizik değerler belirliyor ise elbette o kişinin durum ve duruşu farklıdır. Bu ise insana bakışta, karşı cinse bakışta hatta hayvanat ve nebatata bakışta bile rikkat içinde olmasını sağlar. O kişinin giyim-kuşamda, yeme-içmede, alış-verişte, yazmada-konuşmada, üretimde – tüketimde… hülâsa her konuda sınırları vardır. Herkesin kafasına göre takıldığı, ‘Vur patlasın, çal oynasın!’ dediği, ‘Bir daha mı geleceğiz dünyaya?’ diye haz peşinde olduğu, yanlış hal ve hareketlerin medeni cesaret olarak görüldüğü dünyada Necip Fazıl’ın ifadesiyle kalabalıkların karşısında durma cesaretini gösteren mesuliyet sahibi insandır gerçek medeni cesaret gösteren insan:

“Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak

Haykırsam, kollarımı makas gibi açarak…”

Devletlerin aldığı ahlaka mugâyir kararlar, eşitlik adına fıtrata ters kabuller, medya ya da sosyal medyadaki gayr-i ahlaki yapımlar, kültür-sanat sahasındaki edep dışı yapıtlar. Küresel bir edep karşıtlığı var sanki. Tüm bunların neticesinde gerçekleşen çözülme ve çürümeler… Edep, adap, hayâ veya ahlak gibi kıymetli kavramlar, yaşadığımız dünyada ötekileştirilen kavramlardan sanki. Haşa antika. Tamam değerli lakin eski. Adeta “eskilerin masalları” gibi muamele görebiliyor. Sanki arkeolojik kazıda bulunmuş bir kalıntı, metafizik söylemlerde alelade bir kavram ya da yaşlıların kendilerinden küçükleri payladığı ifadelerdenmiş gibi.

Edep sözcüğünün çoğulu adap, isim tamlaması olarak âdab-ı muâşeret ya da görgü kuralları diye tavsif edilir. Bu durumda edep, insanlar arasındaki ilişkilerde nezaket kurallarına uymak anlamına gelir. Zamana ve mekâna göre değişebilen görgü kuralları mevcutsa da evrensel, insani ve lahuti kavramların en kapsayıcısı, bu tamlamayı da içine alan âdaptır. Anadolu irfanı, Arapça bir kelime olan edebin, e harfini eline, de harfini diline ve be harfini de beline sahip ol, diyerek özgün bir yorum katmıştır. Öyle ki o günlerin mottosu olmuş, her yaş grubu kendine ve herkese; “Eline, beline, diline sahip ol!” diyerek, toplumda sulhun ve sükûnetin varlığına destek olmuştur.

İrfan mekteplerinin girişinde yer alan “Edep Ya Hû!” ifadesi aslında Yüce Allah’tan rızık ister gibi, yağmur bekler gibi edep talep etmektir. Bu kapıdan girenlerin edep kaidelerine uymalarını hatırlatan ihtar niteliğindeki ibare aynı zamanda; dikkatli ol, hayatı kafana göre değil hayatı bahşedenin isteklerine göre yaşa anlamlarına gelen bir emrin kabulüdür. Kâdim ve kıymetli bir kültüre sahip olan insanlarımız bilmeli ki, toplumda barışın, saygının, seviyenin, sevginin, mahremiyetin daim ve kâim olması için güçlünün-zayıfın, âmirin-memurun, zenginin-fakirin, küçüğün-büyüğün, gencin-yaşlının, kadının-erkeğin, öğrencinin-öğretmenin, yazarın-okurun… hülasa herkesin edebi elzem görmesi ve adâba riayet etmesi gerekmektedir.

İsterseniz son satırlarda, edep timsali peygamberimizin hadisini anımsayalım: “İlk peygamberlerden itibaren halkın hatırında kalan bir söz vardır: Utanmadıktan sonra dilediğini yap!”

O halde ne diyelim, “Edep Ya Hû”

 

               EVRA KOORDİNATÖRÜ

 Uzm. Öğrt. Mustafa BALABAN-DKAB